İçerik

 

SİT

Konum

Sit Kapadokya düzlüğünün Kuzeybatı ucunda, yüksekliği deniz seviyesinden yaklaşık 1400 m. olan ve granit kayaçlardan oluşmuş bir dağın üzerinde bulunmaktadır (Şekil 1). Bugün İran'ı Avrupaya bağlayan Doğu-Batı transit yolunun üzerinde ve Akdenizle Karadenizi bağlayan doğal yolun yakınında yeralan sit, dolayısıyla bugünkü Türkiye'nin merkezine yakın doğal bir kavşak noktasında bulunmaktadır. Şehir duvarı aşınmış granit kütlenin kenarına topografyadan mümkün olduğunca yararlanacak şekilde ustalıkla inşa edilmişlerdir (Şekil 2). Şehrin boyutları yaklaşık olarak 2,5 x 1.5 km. ve şehir sur duvarının uzunluğu yaklaşık 7 km. dir; bu ölçüleriyle şehir Anadolu'da bu güne kadar bulunmuş Helenistik Dönem öncesine ait en büyük sit olma özelliğine sahiptir. Dikkat çekici noktalardan biri şehir sur duvarları içinde kalan tüm alanın fazla eğimli bölgeler hariç, değişik yapılaşmalarla kaplı olmasıdır. Özellikle şehrin ömrünün çok kısa (bir nesilden bile az) olduğu ve etkileyici savunma sistemi de dahil olmak üzere, büyük bir kısmının hiçbir zaman tamamalanamadığı gözönüne alınacak olursa, bu yapı yoğunluğu daha da şaşırtıcı bir hal almaktadır. Fakat tek başına büyüklük ve planlı yerleşme, yüklü ve sürekli bir şehir nüfusunu gerektirmeyebilir; bu soruların kavranması ve cevaplandırılması projenin en önemli amaçlarını oluşturmaktadır. Şehrin yapısı ve işleyişinin ayrılamaz bir parçası olan ve ayrıntılı çalışma gerektiren başka bir konu da şehir nüfusunu destekleyen veya destekleyeceği düşünülmüş olan ekonomik tabandır; bu soruya cevap bulabilmek içinse siti çevreleyen yakın alanların ve daha geniş ölçekte tarihi ve coğrafi çevrenin ayrıntılı bir biçimde incelenmesi gerekmektedir.

Tarihçe

Sitin tarihi açıkça görüldüğü üzere, bugüne kadar yeterince tanımlanamamış arkeolojik adıyla Alişar V olarak bilinen Helenistik Dönem öncesi geç Demir Çağına uzanmaktadır (Alişar V yakın çevrede yer alan Alişar Höyük'te 1920 ve 1930'larda E.F. Schmidt ve H.H. van der Osten tarafından yapılan kazılarda tabandan yukarıya doğru beşinci katmanı tanımlamak amacıyla kullanılmış bir terimdir). Schmidt'in 1928 yılında sitte kazdığı birkaç küçük deneme açmasından çıkardığı keramik parçalarına ve daha geniş ölçekteki tarihi coğrafya ve mimarlık tarihinden kaynaklanan nedenlere dayanarak bugün açıkça görülebiliyor ki, sitin tarihi aslında Pers ve Aka imparatorluklarının M.Ö. 547'den hemen birkaç yıl sonra Büyük Keyhüsrev döneminde, sonunda Ege denizine kadar uzanan genişlemeleri öncesine uzanmaktadır. Ayrıca, keramikler M.Ö. 8. yüzyıla tarihlenen Alişar IV de dönemine ait değildir. Böylece eksiltme metoduyla bakılacak olursa, Kerkenes Dağında yer alan sit M.Ö 6. veya 7. yüzyılda inşa edilmiş ve terk edilmiş olmalıdır. Şehrin büyüklüğü ve sağlamlığı göz önüne alınacak olursa eskilerin yazılarında sınırlı da olsa bu şehirden de bahsetmiş olabilecekleri düşünülebilir. Eğer bu mantık kabul edilir ve izlenirse,elimizde sadece bir tek aday bulunmaktadır: "Tarihin Babası" olarak da anılan Yunanlı tarihçi Heredot'un bahsettiği Pteria şehri.

Tarihçe aslında fazlasıyla heyecan verici. Asur İmparatorluğunun gerçekte çok da sıkı olmayan bir anlaşmayla Babilliler ve Medlerce yokedilmesinden sonra ilgi alanlarına bağlı bir toprak paylaşımı üzerinde anlaşmaya varıldı. Babilliler Mesopotamyayı, Medler ise Anadoluyu da içeren Kuzey bölgelerini aldılar. Her nekadar erken Med devletinin özellikleri ve hatta bir Med "imparatorluğunun" varlığı daha önce pek çok kez tartışılmış olsa da, detaylı bilgi azlığı ve Doğulu ve Batılı kaynaklar arasındaki farklı yorumlara rağmen doğruluğu tartışma götürmeyen yazılı kaynaklarda Medlerin Lidyahlarla beş (ya da altı) yıl süreyle savaştıkları ve bu savaş(lar)m ya da yıllık seferlerin Orta Anadolu'da ceryan ettiğine dair kanıtlar bulunmaktadır. Bu savaş M.Ö. 28 Mayıs 545 günü öğleden sonra sona ermiştir; bu tarihin hem eski Yunanlılarca hem de modern astronomlarca bu kadar kesin olarak bilinmesinin sebebi o gün meydana gelen ve her iki tarafı da bu savaşı hemen sona erdirerek Kilikya kralı ve Babil kralı (ya da adına) hazırlanan bir barış anlaşmasını kabul edecek kadar korkutan bir güneş tutulmasıdır. Bu anlaşma iki taraf arasındaki sınırı Halys Irmağı (bugünkü Kızılırmak) olarak belirlemiş ve anlaşmayı güçlendirmek için Med kralı Astyages Lidya prensesi, Alyattes'in kızı ve Krezüs'ün kardeşi Ariennis ile evlenmiştir. Kerkenes Dağında yer alan şehrin bu barış anlaşmasından kısa bir süre sonra ve büyüyen Med İmparatorluğunun batıdaki kraliyet şehri olarak kurulmuş olması ihtimali yüksektir. Hatta sarayın da yeni evli kraliyet çifti için inşa edildiğini bile düşünmek mümkün olabilir. Herodot Tarihinde Pteria ile ilgili olarak anlatılanlar (1.76) daha sonraki yıllarda meydana gelen olaylarla ilgilidir. Astyages İran imparatorluğunun içlerinde meydana gelen bir saray ayaklanmasıyla tahttan indirilir ve Büyük Keyhüsrev ilk Aka-Med kralı olur. Bu arada Lidya kralı olan ve dünyanın en zengin adamı olarak ünü yayılmaya başlayan Krezüs topraklarını genişletmeye karar verir; bunun için en uygun zemin olarak ta kayınbiraderini öldüren Keyhüsrev'un topraklarını seçer. Dönemin en güvenilir kahinlerine haberciler gönderilir ve sonunda beklenen cevap gelir: Eğer Krezüs Halys ırmağını geçerse bir imparatorluk yokolacaktır. Elbette Krezüs'ün de duymak istediği budur; hasattan sonra ordusunu Kuzeydoğuya yönlendirir, nehri geçer ve Pteria'yı ele geçirir. Heredot'un Kerkenes Dağı üzerindeki kalıntılara çok iyi uyan coğrafi tanımına göre, Pteria Sinop'un güneyine doğru bir çizgi üzerinde yer almakta ve Kapadokya'nın bu bölgesinde en iyi korunan yerleşim durumunda bulunmaktadır. Heredot'a göre Krezüs Pteria halkını esir alır ve çevre köylerede yaşayanları yurtlarından kovalar. Büyük Keyhüsrev bunun üzerine harekete geçerek Doğudan süratle gelir. İki imparatorluk Pteria'yı çevreleyen ovada sonuçsuz kalacak bir savaşa tutuşurlar ve Krezüs ilkbaharda yenileneceğini düşündüğü savaşta kendisine diğer ülkelerdeki yandaşları tarafından gönderilecek ek kuvvetleri beklemek üzere başkenti Sardis'e çekilir. Fakat bir harekat adamı olan Keyhüsrev yurduna dönmek veya Anadolu platosunda kışlamak yerine kuvvetlerini hızla Sardis üzerine sürer ve Lidyayı işgal eder. Geleneksel olarak kabul edilen tarih M.Ö. 547'dir, fakat işgalin bundan bir kaç yıl önce gerçekleşmiş olabileceğine dair de bazı kanıtlar vardır (Beaulieu 1989: 80-82; Burstein 1984; Cargill 1977). Yine de, kesin tarih ne olursa olsun, bu tarihçe Kerkenes'de izlenen kalıntılara o kadar iyi uymaktadır ki, bunlara neredeyse kesin kanıtlar gözüyle bakmak mümkün olabilir: coğrafi konum, kuvvetli surlar, yeni kurulan şehrin imparatorluk karakteri, (şu anda devam eden çalışmanın bir parçası olan) sivil mimarlık örneklerinde ve saray ve tapınak planlarmdaki Doğu etkileri, tamamen terkedilişle sonuçlanan kısa süreli bir yerleşimin varlığı ve de yerleşime ve tanımına uygun keramik buluntular. Ayrıca, her nekadar zaman zaman başka öneriler yapılmış olsa da sitin karakterine bu derece uygun diğer bir tarihçe alternatifine de bugüne kadar rastlanamamıştır.

Araştırma Metodları

1994 Sezonu öncelikle gerekli balon fotoğraflarının çekiminin tamamlanmasına ayrılmıştı. Daha önce de yapılmış olduğu gibi, karolaja ait çaprazlar ve kontrol noktaları yerde beyaz kireçle işaretlendi ve takeometreyle ölçülerek bağlandı. Bazı bölgelerde ayrıca topoğrafik kontur planlarının çizilebilmesi ve dijital yeryüzü modellerinin hazırlanabilmesi amacıyla veri toplandı. Levent Topaktaş ve ODTÜ'deki ekibi sonuçları LandCAD ve AutoCAD programlarına yüklemiş durumdalar ve bunları kış boyunca fotoğraflardan dijitize edilen planlarla bağdaştırmaya çalışacaklar. Arazinin tamamını kapsayan karolaj (A2 gibi) bir koordinatla tanımlanan kutucuklara bölündü. Daha sonra bu kutucuklar büyütüldü ve bunların üzerine fotoğrafların kapsadığı alan ve bunlardan dijitize edilen planlar işlendi. Şekil 6 ve 7'de çalışma örneklerinden bazıları ve Şekil 3, 4 ve 5'te de bunlarla çakışan fotoğrafların bir bölümü görülebilir.

Savunma Sistemi

Savunma sistemi kesilmemiş granit ana kayalardan inşa edilmiştir. Fakat taş yassı yüzeyler halinde yarıldığından kesme taş izlenimi veriyor. Duvar üst kısmında 4,5-5m eninde. Duvarın dış yüzüne, yüzey şekilleri ek savunma sistemlerinin tasarlanmasını gerektirdiği yerlerde diktörtgen şekilli kuleler ya da burçlar, pekitme ayakları ve, en az iki yerde olmak üzere, daha büyük ve organik formlu ekler inşa edilmiştir. Bu yapıların tamamı yaklaşık 60° eğimli şevler olarak inşa edilmiş olup duvarın üstüyle hem yüz fakat temele kadar devam etmeyen bir taş döşeme ile kaplanmıştır. Fakat duvarın fazlasıyla büyük olan genişliğine, kulelerin sayı ve büyüklüğüne, savunma sistemini inşa eden mimarın becerisine ve inşaata verilen emeğe rağmen dış eğimli yüzeyin yüksekliği pek çok bölgede 2m'yi geçmediğinden, kararlı bir saldırgana karşı pek de caydırıcı olamayacakmış gibi görünüyor. Bu nedenle, özgün tasarımın (Yakın Doğu sitlerinde sık sık rastlandığı üzere) yüksek ve geniş bir kerpiç duvarı da içerdiği, fakat yalnızca taş temel ya da kaidenin inşasının tamamlanabildiği düşünülebilir.

Şehrin özgün kapıları da halen mevcut ve bugüne kadar bunlardan yedi tanesi kesin olarak tanımlanabildi. Bu sayı büyük ihtimalle toplam özgün kapı sayısına eşit çünkü duvar, uzunluğu boyunca açıkça görülebiliyor; yine de (standart bir planı izliyormuş gibi görünen Hitit şehir kapılarının aksine) daha sonra açılmış olan patikaların (Şekil 3, 4, 5, 6, 7) mevcut daha küçük kapı veya açıklıkların algılanmasını engelledikleri düşünülebilir. Her kapı kendi başına ve bulunduğu yerde mümkün olan en dayanıklı savunma sistemini oluşturacak şekilde planlanmış. Derenin batı duvarından dışarı çıktığı noktada ise olası saldırılara karşı özel ve daha karmaşık önlemler alınmış: belki de İranlıların Babile bir nehir çıkışını kullanarak girişleri iyi bilinen eski bir İran aldatmacasıydı.

Özellikle dikkat çeken bir başka konu ne bir kraliyet alanını ne de bir kale veya akropolü ayıran bir iç savunma sisteminin bulunmaması; ayrıca şehrin genel düzenininden, iç engeller inşa etmenin hiçbir zaman düşünülmediğini anlamak mümkün (aşağıya bakınız). Böylece açıkça görülüyor ki, şehrin kendi içinden gelecek bir isyan beklenmiyordu; bu sonuç şehirde yaşayanların sadakati, sivil ve politik bağlılığı ve etnik karakterleri açısından önemli bazı ipuçlarını da beraberinde getiriyor. Bu açık bağlılık (aşağıda da anlatılan) şehrin içinde tanımlanmış alanlar ve yapılar arasındaki dikkat çekici kavramsal benzerlik ve uyumla da destekleniyor. Şimdiye kadar hiçbir sur dışı yapı veya dış sur tanımlanamadı; aslında surların hiçbir zaman tamamlanamadığı gözönüne alınacak olursa bu pek de şaşırtıcı değil. Yine de çevredeki tepelerin üzerinde yeralan gözetleme kulelerinin daha geç dönemlere ait kalıntılarla örtülmüş olması mümkün.


Kentsel Mekan

Mekan kullanımı ve şehir dokusunun yapısı arazide ve balonla 1993 ve 1994'de çekilen fotoğraflar üzerinde yapılan çalışma ilerledikçe daha iyi anlaşılır hale geliyor. Bu fotoğrafik belgeleme şu anda tamamlanmış durumda bulunmakta ve 60m. ile 1000m. arasında değişen yüksekliklerden çekilmiş düşey veya yaklaşık düşey, üstüste binen ve sayısız yersel kontrol noktalarını içeren renkli ve siyah-beyaz karelerden oluşmakta. 1994 yılında proje için getirilen bir yenilik helyum balonu ile çekilen oblik (eğri) fotoğraflardı; bu fotoğraf makinasmın salıncağa 45° açı yapacak şekilde yerleştirilmesiyle sağlandı (Şekil 10).

Artık şehrin farklı bölümlerini ayırdetmek mümkün; işleve ait ipuçları da daha açık hale gelmekte. Basitçe izlemekle bile belirli yapı gruplarının özel alanlara yerleşmiş olmasının geçerli sebepleri olduğunu anlamak veya, başka bir deyişle şehrin bütüncül olarak tasarlandığını ve plancı(lar)m her yapı grubunu yerleştirmede geçerli sebepleri bulunduğunu görmek mümkün. Herhalde burada gördüğümüz şehrin yeni imparatorluk gücünün görsel bir simgesi olarak ve yalnızca güç ve zenginliği değil aynı zamanda hükümdürlığı da temsil etmek üzere inşa edilmiş kolonici bir imparatorluğun temeli olduğunu söylemek durumu abartmak olmaz. Bu nedenle sit bir anlamda "ideal bir şehir" olmalı. Planlamanın ardında yatan kavramlar hem kendi nitelikleri açısından hem de daha sonraki Aka-Med ve Hellenistik Şehircilik anlayışlarının şekillenmesinde yapmış olabilecekleri (veya olamayacakları) etkilerden dolayı son derece ilgi çekici. Hernekadar heyecan verici ve kışkırtıcı olsa da, bu etkilerin nerden gelmiş olabileceği sorunu doğu Türkiye üzerine yenilenmesi gerekli incelemeleri beklemek zorundadır, çünkü Kerkenes Dağ'daki şehir varlığını ve şekillenişini ne Hitit veya Yeni-Hititlilere ne de anayurdu Anadolu Platosu olan başka bir medeniyetin geleneğine borçludur.

Bu raporun yazılışını izleyen ilk on iki ay içinde şehrin bütününe ait bir planın tamamlanması pek de mümkün görünmediğinden dolayı, şehrin tümünü tanımlayıp anlatmaya çalışmak için henüz biraz erken. Bu nedenle, aşağıda yeralan bir takım dağınık gözlemler, hem bildiklerimizi anlatmayı hem de projenin sahip olduğu potansiyeli gözönüne sermeyi amaçlıyor.

Eğer dıştan başlayacak olursak öncelikle şehir kapılarının yerleri ve işlevlerinden bahsetmek mantıklı olur. Yukarıda da belirtildiği gibi, her şehir kapısı bulunduğu yerin savunma olanaklarını mümkün olduğunca artırmak üzere tasarlanmış olmakla kalmıyor, aynı zamanda belirli yerlerden belirli yerlere geçişi sağlıyor ve giriş sağladığı alanların niteliklerini içerde yakın çevresinde bulunan şehir alanlarının ve tekil binaların tip ve işlevlerine yanstıyor. Herhalde en önemli kapı güneyde yer alıyor ve bir iç bir geçiş ve iç tarafında iki kule bulunan bir odacıktan oluşuyor. Yeri itibarıyla kuzey Kapadokyaya ve havanın açık olduğu bir gün sabah saatlerinde sislerin üstünden görülebilecek karlarla kaplı doruğuyla Erciyes Dağı'na doğru benzersiz bir manzaraya sahip (Şekil 1). Geniş ve nazik bir yol ovadan yavaşça kıvrılarak yükselip bu kapıdan geçerek şehrin en önemli kesimine ulaşıyor. Hemen içerde şehrin en önemli caddeleri kesişiyor. Yolun ana çatallarından biri kalenin dik yamacından aşağıya doğru iniyor ve kuzeydoğu kapısına ulaşıyor; diğeri ise doğu kapısından sarayın büyük taş cephesine doğru uzanıyor. Güney kapısının karşısında geniş teraslarla ve şu anda işlevleri bilinmeyen dar uzun yapılarla kaplı bir alan var; bu yapılar (eğer Bizans döneminde soyulmadılarsa) sadece temel üstüne kadar inşa edilmiş gibi görünüyorlar; tabii aynı zamanda bunların bekleneceği üzere ovanın tarım ürünlerinin ve Akdeniz'den gelen kervanların geçeceği "Kapadokya Kapısı"nın hemen iç tarafında inşa edilmiş bir depolama magazinleri grubu olması da mümkün. Kapının karşısında, biraz sola doğru At Gölü veya Sülük Gölü yer alıyor; ikinci isim içinde barındırdığı, bugün yörede iyi bilinen ve uzak mesafelerden bile hastaları çeken, sülük nüfusu yüzünden verilmiş. Bugün kurbağa dolu olan bu havuz, karmaşık ve merkezi olarak örgütlenmiş bir su kontrol ve dağıtım şebekesinin başında yer alan yapay bir taşla süzme veya çökertme göleti olmalı.

Sol tarafta yeralan (batı) kapısı doğu-batı yönündeki caddeden şehir duvarına ve kapıdan sarayın köşesine kadar uzanan çevrilmiş bir alanı kapsıyor. Kapıdaki çevrili alanın batı ucunda, anakayanın yüksekliğindeki ani bir düşüşle, (yaklaşık 3 metre eninde) dar uzun, koridor benzeri bir yapı bulunuyor. Bu yapının işlevi bilinmemekle birlikte ahır, depo veya kışla olabileceği düşünülmektedir; bu sorunun cevabı jeofiziksel incelemeyle verilebilir. Yine bu çevreli alanı kaplayan yükseltilmiş bir kaya üzerinde büyük bir yapı ve bu yapıyla sur duvarı arasında dikdörtgen şekilli bir rezervuar yer alıyor. Diğer bir dikdörtgen yapı da açıkça görülebiliyor fakat bunun haricinde alan boş; bu durum 1993'de yapılan jeofiziksel incelemenin sonuçlarıyla da desteklenmiştir. Hemen şehir kapısının iç tarafında ve saray yaklaşımının yanında yer alan bu etrafı çevreli alan ve yapı grubunun henüz belirlenememiş de olsa çok özel ve önemli bir işlevi olduğu açıktır: bunların belki de Med süvarilerinin kışla ve/veya ahırlardan, ve idman ve gösteri (resmi geçit) alanlarından oluşan askeri komuta yapıları olması mümkündür, fakat bu ilgi çekici ihtimalin kanıtlanması gerekmektedir.

Güney kapısından girer girmez sola dönüp, doğu kapısından gelen caddeye erişip, az önce anlatılan etrafı çevrili alan ve Sülük Gölü'nün arasından geçerek, (antik veya modern) ziyaretçi Sarayın anıtsal girişine ulaşabilir (kapak sayfasına bakınız). Bu yerleşim idealdir çünkü çatıdan şehrin çoğunu görmek mümkün olacağı gibi burada yapının önemine uygun ölçekte bir inşaat için yeterli düz zemin de mevcuttur. Plancılar için bu şartları sağlayacak çok az başka ihtimal vardı; yapı daha batıda inşa edilebilirdi fakat bu alan başka işlevler için ayrılmıştı, ve ayrıca, her halikarda, mecvut şehir manzarasını ve daha da önemlisi sarayın sembolik işlevini oluşturan etkileyici görünüşünü sağlanamayacaktı. Bugün şehrin en etkileyici alanı bir Selçuklu sultanı olan Keykavus'la aynı adı taşıyan, kuzeye giden modern taşıt yoluna hükmeden ve şehrin büyük kısmını gölgeleyen Kaledir (bakınız kapak sayfası, Şekil 1). Pers döneminden beri olmasa da, Hellenistik dönemden beri bu küçük kayalık yükselti surlarla çevrilmiş ve yerleşim yeri olarak kullanılmıştır. Demir Çağı şehrinde oynadığı rol hakkında pek fazla bilgi bulunmamakla birlikte şehrin genel düzeni her yanda tepenin eteklerine kadar uzanmaktadır fakat daha sonraki Kalenin bu ilk dönemlerde de önemli olduğuna dair hiçbir iz yoktur. Zaten Demir Çağı şehrinin dini ve laik anıtlarının başka kısımlarda yer aldığı ve çıplak granit parmakların henüz yerleşime açılmamış olduğu rahatlıkla görülmektedir. 1993 yılında sarayın yangında yokolduğu kesinleşmiştir.

Doğu kapısına giden yol araştırma merkezinin yeraldığı Şahmuratlı Köyünden yumuşak bir yolu izleyerek yükselir. Buldozerlerce açılan modern yollar özgün yolun bazı kısımlarını okunmaz hale getirerek doğu yaklaşımının özgün özelliklerini bozmuşlardır. Doğudan gelen ziyaretçiler bu yolla şehre yaklaşıp, güney kapısından içeri girip caddeyi izleyerek saray alanına ulaşabilecekleri gibi yine güney kapısının iç tarafındaki kavşaktan kuzeye doğur dönerek şehrin aşağı kısımlarına da gidebilirler. Şehrin bu kapısının "Kamadan" veya "Ectabana" kapısı olarak adlandırılmış olabileceği hayal edilebilir.

Kuzeydoğudaki kapı ise şüphesiz (raporda daha ilerde anlatılacak olan) Kuşaklı'daki büyük höyükten geçerek kuzey ve batı yönlerinden gelen trafiği karşılamaktadır. Ayrıca sur duvarları dışında yer alan (ve yine ilerde anlatılacak olan) Karabaştaki tapınağa gidiş ve geliş için geçit sağlamaktadır. Bu kapı şehrin ana yerleşim bölgesine doğrudan giriş vermekte ve yukarıda da anlatıldığı gibi ana caddeden geçerek güney kapısına ulaşmaktadır.

Batı duvarındaki küçük bir kapı ise otlaklara (ve yine ilerde anlatılacak olan) ve 1994'de keşfedilen batıdaki vadilerde yeralan yapay rezervuar gruplarına açılmaktadır. Daha güneyde ise daha yakın dönemlere ait tümülüs ve ağıllarla değiştirilmiş (Şekil 13), karmaşık dış yapıları olan ve çok sıkı tahkim edilmiş bir kapı yer alır; buradan geçen yol kuşkusuz Kerkenes Dağ'ın en yüksek noktasını oluşturan dikkat çekici Gözbaba "tümülüsü"ne uzanmaktadır. Bu kapı, tahkimatının sağlamlığına karşın, açıkça görülüyor ki, şehrin içinden gelen ana yollarla ya da avlu ve açık olanlarla ve yağmur suyu toplayan küçük havuzlarla bağlantılı değildir. Bu yapıların bir bölümü temel düzeyinden yukarı çıkmamış gibi görünmektedir; bu görüş de yine jeofiziksel inceleme ile desteklenebilir. Bu büyük yapı gruplarının aristokrat ailelere ait konutlar olduğu veya olmak üzere tasarlandığı düşünülebilir. Güneye doğru ızgara sistemine benzer bir düzene sahip caddeler ikinci bir sıra çevrili alan ve yapılara geçiş sağlamaktadır; daha ilerde yine güneye doğru ise zemin dik bir biçimde alçalır. Sarayın güneyinde yer alan caddenin, su toplanması amacıyla yapılmış bir havucuğa bağlanan dar bir oluğu vardır.

Şehrin esas kesimlerine geri dönecek olursak, saray diğer taraflarında önemli büyüklükte tanımlı alanlar içeren dar caddelerle çevrilmiştir (Şekil 12). Her tanımlı çevrili alan ana yapı veya yapılara sahiptir; bunlardan hemen sonra caddenin eni yaklaşık ISm.ye çıkar. Bu noktada doğu-batı doğrultusunda yönlendirmiştir ve batı ucunda, şehir surunun hemen iç tarafında inşa edilmiş büyük dikdörtgen bir yapıyı barındıran bir meydan veya açıklıkla sona erer. Beklenenin aksine, şehir kapısı bu caddenin sonunda değil biraz daha kuzeydedir. Aslında bu Gözbaba yönüne açılan kapıdır. Bu geniş caddenin güneşin doğuşu ve batışına uygun ve saray ile Gözbaba'daki tümülüsü birleştiren açık yönlenmesi nedeniyle törensel bir işlevle bütünleştiğini düşünmek olasıdır. 1993 yılında geniş caddenin sonunda yer alan yapılarda yaygın biçimde ve yoğun bir yanma olduğu saptlanmıştır. Demir Çağı yapılarının kalıntıları üzerinde inşa edilmiş olan daha geç dönemlere ait tümülüsler, cadde, şehir kapısı, yapılar ve tanımlı açık alanlar arasındaki karmaşık bütünlüğü yüzeysel olarak değiştirmişlerdir; fakat helyum balonu ile 1994 yılında çekilen fotoğraflarda (Şekil 12 ve 13) tüm bu elemanların nasıl bir araya geldikleri ve alanda nasıl düzenlenmiş oldukları açıkça görülebilmektedir. Bu alanda jeofiziksel taramaya devam edilmesi 1995 sezonunun öncelikli çalışmalarından biri olacaktır.

Şehir planının ve planlama sürecinin anlaşılması, üzerinde halen çalışılan bir konu olup, bu raporda yer alacak bir tanımlama tam geliştirilememiş olarak kalacaktır. Fakat mimariye dair ön bir görüş belirtilebilir: burada izlenen mimari özelliklerin, şehir surlarının, sarayın, "tören" caddesinin veya içlerinde geniş yapıların yer aldığı tanımlı açık alanların tekrarlandığı başka bir benzer örnek bulunamamıştır; ayrıca bu sayılanlardan hiçbiri Anadolu geleneğine ait gibi de görünmemektetir, (yine de Anadolu platosunda M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllara ait geleneğe dair pek az şey bildiğimizi belirtmek zorundayız). Yapıların ve tanımlı açık alanların büyük bölümü fotoğraflarda kolayca görülebilmektedir; ayrıca yüzey araştırması pek çok yapının, özellikle de bitirilmiş ve çatısı örtülmüş yapıların hemen hemen hepsinin bir yangında yok olduğunu ve iç duvarlarda büyük ölçüde kerpiç kullanılmasına rağmen buna dış duvarlarda pek de rastlanmadığını göstermiştir. Belirtilen nedenlerden dolayı, bu yapıların detaylı manyetik incelemesinin, araştırma ve yorumlamaya büyük katkısının olacağı düşünülmektedir.

Gelecekteki çalışmalarda gözönüne alınması gereken bazı önemli sorunlar bulunmaktadır: farklı yapı ve açık alanların özellikleri ve işlevleri; eğer kullanılıyorlardıysa, bu tanımlı açık alanların büyük ve küçükbaş hayvan beslemek amaçlı olup olmadıkları ve halkın başka hangi (endüstriyel, tarımsal, yerli, vs.) uğraşlara sahip olduğu gibi. Şehrin planı tamamlandığında, çatısı örtülmüş konut amaçlı yapıların yüzölçümünü hesaplamak ve şehrin yaklaşık nüfusunu tahmin etmek mümkün olacaktır. Yine de şimdiden mekanın oldukça geniş olduğunu ve kullanılmayan alanların çok az olmasına rağmen nüfus yoğunluğunun benzer büyüklükteki eski çağ kentlerine göre çok düşük olduğunu söylemek olası. Şehrin yapısını anlamak aslında genel özelliklere ilişkin birkaç cevaplandırılması zor soruya bağlı. Örneğin şehirde yıl boyunca sürekli biçimde oturulup oturulmadığını veya yıllık askeri seferler, vergi veya alacak toplanması veya mevsimlik kervan ticaretinin kontrolü, vb. amaçlarla bir üst olarak kullanılan bir yazlık şehir olup olmadığım öğrenmek öncelikle şart. Yıllık göç ve mevsimlik seferlerden oluşan bir İran geleneği olduğu söylenebilir ve bu hipotezin doğruluğunu kanıtlamak, jeofiziksel inceleme, toprak örneklerinin incelenmesi ve belki 1996 sezonunda iyi seçilmiş yerlerde kazılacak bir kaç deneme açmasından gelecek verilerin karşılaştırılmasıyla şehrin değişik kısımlarının işlevlerini belirleyerek mümkün olabilir. Şehrin tam olarak anlaşılabilmesi için işlevinin belirlenmesi oldukça önemlidir; şu ana kadar edinilen izlenim ekonomik olarak çevredeki kırsal kesimin üretimine dayanan kendine yeterli bir şehirden çok stratejik askeri ve idari bir merkez kurmak amacıyla inşa edilmiş bir imparatorluk şehri olduğu yönündedir. Bu çekici öneri de yine açıklanmak zorundadır; çevrenin tarımsal potansiyelini anlamak ve eski çağdaki bitki örtüsünü (ormanlık alanlar, otlaklar, sulanabilen alanlar ve bahçeleri) mümkün olduğunca eski haliyle canlandırabilmek için bir araştırma programının başlatılması gerekmektedir. Modern mekanize tarım büyük oranda verimlilik sınırındaki alanların işlenmesini sağlamış olduğundan tarımsal üretime dair yüzeysel izlenimler edinilmemesi için dikkatli olunmalıdır.

İçerik
 














 

 

 

Şekil 1

Şekil 3

Şekil 4

Şekil 5

Şekil 6

Şekil 7

Şekil 8

Şekil 9

Şekil 10

Şekil 11

Şekil 12

Şekil 13